Pizzalar da geldi. Artık ne zaman bitiririm yazıyı bilinmez. Bahsedeceğim kitaplar da bir hayli birikti. Neyse şimdi yumulma vakti!
Yemeğimi yedim, geldim! Şimdi de bir yandan yazacaklarımı kafamda tasarlarken bir yandan da erik yiyorum çünkü yaşasın erik! Günlük görgüsüzlük kotamı doldurduğuma göre başlayabiliriz:
Mezarlık Kitabı:
Fuar alışverişinden sonra okuduğum ilk kitap oldu. Kitabımızın ana karakteri Nobody Owens daha bir bebekken evlerinde işlenen ve tüm ailenin ölümüne sebep olan cinayetten şans eseri kurtulur. Küçük Bod mezarlık sakinlerinden (kendileri ölü) Bay ve Bayan Owens'ın ebeveynliğinde ve Silas'ın koruması altında yetişir. Mezarlık, Bod'un evi olur ve Bod burada pek çok şey öğrenir ve pek çok macera yaşar. Ama o bir canlıdır ve aslında ölülerin dünyasına ait değildir. Bod, büyüdükçe bunun daha da farkına varır, içinde dünyayı keşfetme arzusu dolar. Fakat dış dünya onun için güvenli değildir çünkü ailesini katleden Jack Denen Adam hala dışarda bir yerlerde onu beklemektedir.Bu kitap da Bod'un sıradışı hayatını, büyüme serüvenini ve kendi kimliğini bulmasını anlatır.
Daha önce de bahsetmiştim, Neil Gaiman tanışmayı dört gözle beklediğim bir yazardı. Beklentilerim çok yüksekti. Bu kitapta beni hayal kırıklığına uğratmamış olsa da tam olarak beklediğim gibi değildi diyebilirim. Yine de kitabı sevdim ve Neil Gaiman okumayı sürdürmeyi düşünüyorum kesinlikle.
Sizi bilmem ama ben ana karakterin çocuk olduğu kitapları okumayı seviyorum. Fantastik kitap okumayı da öyle- bu kitaptaki gibi fantastik evreni gerçeklik evreniyle iç içe yaşayan kitaplar da sevdaya dahil. Mezarlık Kitabı bu iki şeyi de bünyesinde barındırdığı için benim açımdan sevilesi bir kitap. Ayrıca her şey gayet sade bir dille anlatılmış, kitabın içindeki çizimler de cabası! Yazarın hayal gücünü de çok sevdim. E, daha ne olsun? Sizin de zevkiniz benimki gibiyse Mezarlık Kitabı; sizi yormayan, hoş bir okuma olacaktır. Kitabın sonunu özellikle çok beğendim. Kitabı bitirdiğimde aklımda özellikle Silas'ın geçmişine dair sorular vardı, hala da var. Bir de kitabın özellikle bir bölümünde Bod'u zalim buldum. Benim yerime bir karakter bunu Bod'un yüzüne vursa da ucu açık kaldı, o rahatsız etti beni. Bir de Silas'ın kendi geçmişine dair yaptığı karanlık ima, Silas'ın gizemli kişiliği vs beni Silas'ın Bod'un gelecekteki hali olduğuna dair saçma sapan bir teoriye götürdü.
Genel olarak kitabı okuduğum için mutluyum; kitabı beğendim, ilginizi çektiyse size de tavsiye ederim.
Kitaptan hoşuma giden birkaç yeri not aldım. Bunları belki zaman içinde paylaşırım, şimdilik yalnızca birini paylaşıyor ve bir sonraki kitaba geçiyorum:
"Sen canlısın Bod. Bu da sonsuz bir potansiyelin olduğu anlamına geliyor.
Her şeyi yapabilirsin, herhangi bir şey yaratabilirsin, herhangi bir şeyi düşleyebilirsin.
Eğer dünyayı değiştirirsen, dünya değişir."
İpekböceği:
J K Rowling'in Robert Galbraith mahlasıyla yazdığı polisiye türündeki Cormoran Strike Serisi'nin ikinci kitabı olan İpekböceği, Mezarlık Kitabı'ndan sonra okumayı tercih ettiğim kitap oldu.
Serinin ilk kitabında manken Lula Landry'nin cinayetinin sırlarını çözen Cormoran'ı bu kitapta artık ünlü bir dedektif olarak görüyoruz. Dedektifimiz bu kitapta bir yazarın korkunç ölümünün ardındaki sır perdesini aralamaya çalışıyor. Bu kitap, özellikle yazar çevresinde geçtiği için ilgimi çeken bir kitap oldu. Polisiye türüne benden daha tutkun olanları tatmin eder mi bilemiyorum ama ben gayet beğendim.
Bu kitapta Cormoran'ın asistanı Robin'in çok fazla ön plana çıkmamış gibi geldi bana, genellikle işi ve nişanlısı ile olan ilişkisinin arasındaki bocalayışıyla varlık gösterdiğini düşünüyorum. Bu beni biraz rahatsız etti. Düşünüyorum da bence Jo harika bir yazar ve onun elinden çıkmış, başrolde bir kadın dedektifin olduğu bir roman okumak harika olurdu. Ama ne yazık ki canım Jo böyle bir şey yapmayı tercih etmemiş. Yine de Robin'i bir sonraki kitapta daha aktif bir şekilde ve sıklıkla göreceğimize inanıyorum.
Bir de özellikle bu kitabın bir kadın yazarın elinden çıktığını düşünerek beni özellikle rahatsız eden bazı bölümler vardı. Belki bir yerlere not almışımdır ama aramaya lüzum görmüyorum.
Jo'nun insanları anlama ve bunu sözcüklerle aktarma gücü çok yüksek. Bunu okurken sizin de fark edeceğinizi düşünüyorum. Polisiye tadını be gizem hissini daha yoğun bir şekilde tadabileceğiniz kitaplar elbette ki vardır ama şunu da söyleyeyim ki bu kitap da beni hemen hemen her açıdan tatmin etti. Katil, beklediğim kişi çıkmadı ve katilin o olmadığını öğrenince aşırı derecede utandım. Bence güzel bir kitaptı, ilgililere tavsiye ediyorum.
11 Doktor 11 Öykü
Daha önce de belirtmiş olduğum gibi Doctor Who'nun hayatımdaki yeri ve önemi çok büyük. Tam da bu sebepten dolayı Doktor'un 11 farklı haline dair 11 farklı yazarın kaleminden 11 farklı hikayeyi okumamam imkansızdı.
İlk üç hikayeyi okurken "Hımm, tatlış. Fena değilmiş." tarzındaki tavrım dördüncü ve beşinci hikayeyle değişti. Bu iki hikayeyi çok sevdim ve ondan sonra okuduğum hikayeler de güzel geldi hep.
Başlamadan önce "Acaba geçtiği sezonları daha izlemediğim Doktorları sonraya mı bıraksam?" diye bir düşünce vardı kafamda ama öyle yapmadım ve kararımdan memnunum. Okuduğum hikayelerde Doktor'un farklı farklı hallerini gözlemleme ve pek çok yol arkadaşını tanıma imkanı buldum. Bu benim için çok keyifli bir serüven oldu. Bununla birlikte ilk kez Doktor'un aslında ne kadar yaşlı olduğunu ve daha Rose'la tanışmadan önce bile geçmişinin ne kadar kayıp dolu olduğunu fark ettim ve bu beni biraz hüzünlü bir ruh haline soktu. Ayrıca hikayeleri okurken her birinin farklı bir yazarın elinden çıktığı belli oluyordu, Doktor'un değişmesiyle birlikte üslubun da değişmesi hoştu.
Kitapta, en sevdiğim yol arkadaşı olan, Rose'un bulunmayışı beni üzdü ama kendisinin 9. Doktor'un hikayesinde bol bol adı geçti. ( Bu arada o hikayeyi sevmekte bayağı zorluk çektim)
10. Doktor'un hikayesi ise, çok çok kaba ve üstünkörü bir ifadeyle, bir kitabın içinde geçtiği için çok hoştu. Ama vermek istediği mesaj konusunda aklım çok karıştı.
Kitapta daha 11. Doktor'un hikayesine gelmeden onunla ilgili iki göndermeye rastlamak beni mutlu etti. Fakat bana kalırsa göndermelerin ilki anlamsızdı çünkü "hızlı koşmak" dendiğinde akla 11. Doktor değil, 10. Doktor gelir. Onun dışında Harry Potter göndermeleri de beni pek mutlu etti.
11. hikaye de Mezarlık Kitabı sayesinde tanışma imkanı bulduğum Neil Gaiman tarafından yazılmıştı. Gayet güzel bir hikaye olsa da kapanışın daha mutlu bir hikayeye ait olmasını isterdim.
Kitabı okurken hiç bitmesin istedim. İstedim ki ne zaman ihtiyaç duysam elimin altında bulunsun, ben okudukça uzasın. Kitabın sayfalarını ne zaman açsam bu deli adam, pırıl pırıl yol arkadaşlarından biriyle, o tükenmez enerjisi ve hevesiyle yeni maceralara yelken açıyor olsun.
Umarım fazla abartmamışımdır ama Whovianların es geçmemesini tavsiye ettiğim bir kitap. Eğer hiç Doctor Who izlememişseniz benim kadar zevk almayabilirsiniz, yine de sizin için keyifli bir okuma olabilir diye düşünüyorum. Ama diziyi izlememiş olanların kitabı okuması beni biraz rahatsız eder sanırım. Bir alıntı bırakıp sonraki kitaba geçiyorum:
"Hep böyle miydin?"
"Nasıl?"
"Zaman makinesi olan deli bir adam."
"Yok yahu zaman makinesini çok zaman sonra aldım."
Silber:
Yahu bu kitabın kapağı ne kadar güzel! Dış kapağını ayrı sevdim, iç kapağını ayrı... "Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer"in kapağı da çok güzeldi böyle. Kapak tasarımı, kitap seçimimde önceliği olan bir ölçüt değil ama şu güzelliğin albenisi de inkar edilemez. Keşke her yayıncılık kapak tasarımına çok özen gösterse, mutlu olurdum ben.
Yazarın daha önce Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer serisini okumuş ve çok beğenmiştim. Şu dönemde genç-yetişkin türünde kitap yazan çok ama hepsi böyle güzel olmuyor.
Ben yazarın dilini çok samimi buluyorum. Kitapları gayet sıcak, sevimli ve keyifli oluyor. ATZİG'de zaman yolculuğu gibi ilginç bir konuyu işleyen yazar, bu kitapta da, gayet ilginç bir konu olduğunu düşündüğüm, rüyaları işliyor. Ayrıca iki seride de tatlış, masum ilk aşklara yer veriyor.
Ben yazarın öbür serisini daha çok beğenmiştim. Liv'i, Gwendolyn'e kıyasla daha salak buldum. (Cesaret ayrı bir şey, içyüzünü bilmediğin bir olaya balıklama atlamak ayrı bir şey) Ayrıca ATZİG'de geçmişe yolculuk vardı, çok hoşuma gidiyordu. Sonra Gwen ile Leslie arasındaki arkadaşlığı seviyordum, ayrıca Gwen'in hayalet arkadaşları falan vardı. Silber daha bir ergen kitabı gibiydi ama ben okurken çok keyif aldım. Hatta öyle ki okumayı neden sevdiğimi yeniden hatırladım diyebilirim.
Önceden hep keyif aldığım için kitap okurdum, bana eğitici türde kitaplar vs okumamı önerenlere de hep bunu söylerdim. Sonra zamanla zevk aralığım değişti ve daha farklı içerikli kitaplar da okumaya başladım. Edebiyatı zevk aracı olarak küçümseyecek değilim ama okumak bana zevk vermeseydi, ne kadar faydalı olursa olsun, onunla bu kadar içli dışlı olmazdım. Her neyse. Bu kitap bana okuma hevesine ilk kapıldığım zamandaki o heyecanı yaşattı.
Kitabı okurken benim rüya kapım nasıl olurdu diye düşündüm. Muhtemelen TARDIS kapısı şeklinde olurdu. Ben de kitaptaki gibi rüyların içinde seyahat etmek isterdim sanırım.
Uzun lafın kısası tatlış, gayet keyifli bir kitaptı. Bir günde bile kolaylıkla bitirebileceğiniz, çerez bir kitap. Eğer bu türde kitapları seviyorsanız, okuyun derim. Ama eğer bu kitabı okumaya karar verirseniz serinin iki kitabının daha olduğunu unutmamalısınız.
Silber'den sonra okuduğum kitap ilk kitap "Yaban" oldu. Ama onu şimdi paylaşmayacağım, bugünlük bu kadar yeter bence. Şu sıralar "Sinekli Bakkal"ı okuyorum, "Yaban"ı da onunla birlikte girerim artık. Kucak dolusu sevgiler.