13 Temmuz 2016 Çarşamba

Yanlışlıkla Kitap Yorumladığım Yazı

Valar morghulis! Bloguma yeniden yazabildiğim için çok mutluyum.
En son "Yaban"ın ve "Sinekli Bakkal"ın yorumlarını sonra gireceğimi söylemişim ama girmemişim. Bundan sonra da girmeyi düşünmüyorum çünkü bunları okumamın üzerinden bir hayli zaman geçti ve kitapları okurken not alma alışkanlığım olmadığından hafızamın süzgecinden damlamış laf kalabalığıyla boğuşmaya hevesim yok. Yalnızca eğer Türk edebiyatından bir şeyler okumayı düşünürseniz ikisini de tavsiye edebileceğimi söyleyeyim ve "Yaban"dan bir alıntı bırakıp devam edeyim:
Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda, gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir alemin munis, sevimli ve her biri sihir ve füsunla yoğrulmuş mahlukları ile dolmağa başlar.
Bu iki kitabın sonrasındaysa sırasıyla şunları okumuşum:
  • Kızıl Dosya
  • Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü
  • Frankenstein
  • Evrenin Sonundaki Restoran
  • Muhteşem Gatsby 

Ne yazık ki bunların da ayrıca bir yorumunu girmeyeceğim :( Yine de kısaca fikrimi belirtmeden geçmek içime sinmedi şimdi: 

Kızıl Dosya:

Okuduğum birden çok Sherlock Holmes hikayesinde bahsi geçtiği için ve Holmes ile Watson'ın tanışma hikayesini anlattığı için beklentim çok yüksekti. Ardında dahice bir planın yattığı, kurnaz, bol koşturmalı, beyin coşturmalı bir şey beklemiştim ama beklediğim gibi çıkmadı. Daha ziyade ardında yatan bir hikayesi olan bir vakaydı. İşin içine Mormonların falan girdiği bir hikaye. Zaten kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Watson'ın ağzından Sherlock'la tanışmalarını, Sherlock'a dair izlenimlerini dinliyoruz ve vaka da meydana gelme sebebi hariç her yönüyle işleniyor. İkinci bölümdeyse suçlunun hikayesini, onu yaptığı şeyleri yapmaya neyin ittiğini öğreniyoruz. Bir arkadaşım bana kitabın "Sherlock" adlı dizinin ilk bölümüyle aynı olup olmadığını sormuştu. Kitaptaki bazı ufak tefek şeyler dizide de yer alsa da iki vaka birbirinden çok farklı. Şimdi aklıma kitaba dair bir sürü şey gelmeye başladı. Ben onları da yazıya eklemeye kalkamadan önce bunu burada bitireyim ve her ne kadar beklediğim gibi olmasa da her Sherlock Holmes hikayesi gibi bunu da beğendiğimi belirtmiş olayım.

Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü: 

Okuduğum en tuhaf kitaplardan biri diyebilirim. Kitap; yediği yiyecekler aracılığıyla onları yapan kişinin hislerini hissedebilen Rose adındaki bir kızın ağzından kendi büyüme hikayesini, ailesini, her şeyin değişimini anlatıyor. Aslında kitapta her şeyin çevresinde döndüğü bir olay falan yok, dediğim gibi, daha çok bir büyüme, değişme hikayesi. Kitabı beğenip beğenmediğimi bilmiyorum. Bir anlamda durağan bir kitaptı; Rose'un çevresindeki, ailesindeki insanları falan dinliyorduk ama bir yandan da bir hayli değişikti. Aslında çevremizdeki her insanın nasıl kendine has bir hikayesi olduğuna falan değinen hoş bir yanı da vardı. Rose'un abisi Joseph'in hikayesi beni en çok etkileyen oldu. Çok tuhaftı ve beni bir şekilde çok üzgün ve boş hissettirdi. Rose karakterini de öyle çok sevemediğimi belirtmiş olayım, özellikle büyüyünce robot tadı vermeye başladı ki kitapta da bunun gibi bir ifade geçiyordu sanırım.

Frankenstein: 

Frankenstein'ın canavarı gotik türün en popüler kahramanlarından biri ve bir şekilde birçok filmde ve dizide kendine yer bulmuş bir karakter. Ben de kaynak hikayeyi merak ettim ve bunun sonucu olarak kitabı aldım ve okudum. Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki bu kitap üzerine yapılabilecek bir uyarlama, kitabın kendisinden çok çok daha iyi olabilme şansına sahip. Konu falan güzel ama kitap kesinlikle, yazarın amaçladığının aksine, tüyler ürpertici bir nitelik taşımıyor. Ayrıca doğa tavsirleri, Frankenstein'in içindeki çekişmeler falan derken canavara yeterince yer verilmemiş gibi geldi. Oysaki canavarlı kısımlar en iyisiydi ve onun ağzından kendi hikayesini dinlerken bu kitabın çok iyi bir kitap olduğunu düşündüm ama onun dışındaki kısımlar biraz sıkıcıydı. Victor Frankenstein karakterine karşı hislerim olumsuz yönde. Tabii ki başına ne gelmiş olursa olsun herkes kendi yaptığından sorumlu olduğu için canavarın davranışlarından dolayı onu suçlayamam ama paralel bir evrende her şeyin canavar için ne kadar farklı olabileceğini görebiliyorum. Yine de yaptıkları affedilmezdi tabii ama Victor, canavardan daha mı az suçsuz? Bilemiyorum ama yarın bir gün karşınıza sevmeye, sevilmeye aç fakat çirkin mi çirkin, korkunç mu korkunç görünümlü bir canavar çıkma ihtimaline karşın "Önemli olan iç güzellik." sözünü aklınızda tutmanızı tavsiye ediyorum ki önyargılarınız trajediye sebep olmasın. Ya bir de ben hep Frankenstein'ı bu insan yaratma çabaları esnasında yanında hep bir yardımcısı olan bir adam olarak biliyordum, hatta bir arkadaşım izlediği filmde de öyle olduğunu vurguladı ama kitapta öyle biri yok.

Evrenin Sonundaki Restoran: 

Eğer bir gün biri çıkıp da Evrenin hangi nedenle ve niçin burada var olduğunu keşfederse, Evrenin birdenbire yok olacağını ve yerini çok daha garip ve anlaşılmaz bir şeyin alacağını öne süren bir kuram vardır.
                                                                 ***
Bir başka kuramsa bunun zaten gerçekleştiğini öne sürer.
 Evrenin Sonundaki Restoran, Otostopçunun Galaksi Rehberi'nin ikinci kitabı. Ben daha iki kitabını okuduğum bu seriyi çok seviyorum; bilim kurgunun, komedinin ve her türlü saçma sapan şeyin bir araya geldiği ve okuması inanılmaz keyifli bir seri benim için. Zaman zaman tüm bu saçma sapanlığın çok anlamlı bir şeye işaret edişi ama bir yandan da saçmalığını koruyuşu var ki çok güzel. "Uzay muzay olsun, bizim olsun" diyorsanız, bu tür kitapları seviyorsanız mutlaka tavsiye ederim.

Muhteşem Gatsby: 

Öyleyse altın renkli şapkanı tak, bu onu etkileyecekse eğer;
Yükseğe sıçrayabilirsen onun için de sıçra,
Ta ki sana, "Sevgilim, altın şapkalım, yükseklere sıçrayan
aşkım,sen benim olmalısın! " diye haykırana değin.
Kitap şöyle başlıyordu- kabul etmelisiniz ki oldukça iştah açıcı bir başlangıç: 
Daha genç ve kırılgan olduğum yaşlarımda babamın verdiği bir öğüt, o günden beri aklımdan hiç çıkmaz.
"Birisini eleştirmeye kalkıştığında" dedi bana, "şu dünyada her insanın senin bulunduğun ayrıcalıklara sahip olmadığını hiç aklından çıkarma."  
Konuyu direkt Martı Yayınları'nın tanıtım yazısından kopyalıyorum- ki ben Türkiye İş Bankası Yayınları'ndan alıp okudum:
"Yıllar önce daha iyi bir hayata sahip olmak için sevmediği bir adamla evlenen güzeller güzeli Daisy'yi bir türlü unutamayan Gatsby, kendini âşık olduğu kadını geri kazanmaya adar.Hiç bilmediği, zengin ve gösterişli bir dünyaya tutunmaya çalışan Gatsby, kirli ilişkilerden yakasını bir türlü kurtaramaz ve bu kırık aşk hikâyesi, kahramanlarını tahmin edilmesi güç bir sona doğru götürür…
20. yüzyılın en önemli yazarlarından F. Scott Fitzgerald'ın, I. Dünya Savaşı sonrasında lüksün, şaşaalı partilerin ve sınırsız eğlence anlayışının hâkim olduğu Amerika'da geçen unutulmaz romanı, topluma yöneltilen ciddi bir eleştiridir. Kendi kabuğuna çekilmiş zengin çevreyi arka planda ele alan yazar, gerçekleşemeyen Amerikan Rüyası'nın göz boyayan dünyasını Muhteşem Gatsby'de olağanüstü bir anlatımla ele alıyor."  
Kitabın dili falan gayet güzel ve anlaşılırdı, yalnız ben yer yer ne denmek istediğini anlamakta güçlü çektim ama bunu tamamen kendime bağlıyorum ve kitabın akışında da ciddi sıkıntılar yaratmadığını düşünüyorum.

Bu da arkasında sosyal bir eleştiri olduğunu göz önüne alarak okumamız gereken kitaplardan biri sanırım, "Gurur ve Önyargı" gibi. Her iki kitapta da toplumsal yapı, arkaplanı oluşturan insanlar beni çok rahatsız etti ve bu yüzden bu kitapları umduğum kadar sevemedim. Yani her ne kadar bu kitaplarda eleştiri nesnesi olarak yer alsalar da varlıkları beni rahatsız etti.

Bir de iki tık yukarıdaki paragrafla da ilgili olarak şöyle bir sorun yaşadım: karakterlerden birinin öldüğünü sonradan fark ettim. Umarım bunu spoiler saymazsınız çünkü kim bilir kim öldü^^

Kitabı hakkını vererek okuyamadım ne yazık ki. Hemen hemen hiçbir karaktere karşı sevgi duyamamamın da bunda etkisi vardır. Ama bu güzel bir kitap ve eğer hakkını vererek okursanız okuduğunuza değeceğini ve çok beğeneceğinizi düşünüyorum.


Başrolün Leonardo DiCaprio'ya ait olduğu filmi de izleyeceğim mutlaka^^

Veda ermeden önce bir iki de alıntı bırakayım:
Bir süreliğine bu düşler hayal gücüne bir çıkış noktası sağladı; bunlar, gerçekliğin gerçekdışılığının tatmin edici bir işareti, dünya kayasının bir perinin kanadı üstünde sağlam biçimde kurulduğuna ilişkin bir vaatti.
Düzeltmek için kendi gücünüzü tükettiğiniz şeylere yeni gözlerle bakmak, her durumda hüzün verici oluyor.
Bu yazı aslında yaz tatilimde şimdiye kadar yaptığım şeyleri, bundan sonra yapacağım şeyleri ve bunlara dair kaygılarımı, planlarımı yazarak kafamı rahatlattığım ve işe koyulmak için güç topladığım bir yazı olacaktı. Ardından da daha bugün bitirdiğim "Senden Sonra Ben"in yorumunu girecektim ama işler umduğum gibi gitmedi. Olsundu. Ama bundan sonra bir daha ne zaman yazı girme imkanı bulurum, bilmiyorum çünkü her ne kadar bunları görmezden gelmek kolayıma gelse de bir sürü bir sürü işim, sorumluluğum, mecburiyetim var. İşte böylece veda ediyor ve Instagram'da takip ettiğim bir blog sayesinde keşfedip çok beğendiğim bir parçayı bırakıp usulca uzaklaşıyorum: