10 Eylül 2015 Perşembe

DÖNÜŞÜM


Dönüşüm, seneler boyunca çeşitli kölelikler altında yaşamış, bu haliyle kabul edilip sevilmiş, bir gün bilinçaltında umut ederek başkaldırmış ve "dönüşmüş" bir adamın hikayesidir. Gregor'un bir kız kardeşi vardır ve anne ve babalarıyla da birlikte bütün aile aynı evde yaşarlar. Gregor, ailesinin yaşadıkları iflasla çöküşlerini önlemek için senelerce dişini tırnağına takıp çalışmış, bütün ailenin yükünü kendisini yıpratan bir meslekte çalışma uğruna yüklenmiştir. Karakterimiz mesleğini şöyle tasvir eder:

"Ne kadar da yorucu bir uğraş seçmişim meğer! Günlerim hep yolculuk etmekle geçiyor. İşin bu yanı, mağazadaki asıl masabaşı işine oranla çok daha yıpratıcı, üstelik yolculuğun benim için bir de aktarma trenlerinin peşinden koşmak, düzensiz ve kötü yemeklere yargılı olmak, insanlarla sürekli değişen, asla süreklilik kazanamayan, hep içtenlikten uzak ilişkiler kurmak zorunluluğu gibi sıkıntıları da var. Şeytan alsın bütün bunları!"

Yine de bir hayali, ailesi için razı olduğu tüm bu koşullara rağmen geleceğe dair bir umudu vardır:

"Annemle babam yüzünden kendimi tutuyor olmasaydım eğer işimden çoktan ayrılırdım.
...
Öte yandan, henüz tüm ümitlerin bitmiş olduğu da söylenemez; annemle babamın patrona olan borçlarını ödemeye yetecek parayı bir kez biriktirdim mi -ki daha beş altı yıl sürebilir bu-, o zaman mutlaka yapacağım düşündüğümü. İşi kökünden bitireceğim."

Ve hikaye şöyle başlar:

"Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu."

Gregor o andan itibaren annesinin biricik evladı, babasının sevgili oğlu, kardeşinin herkesten çok sevdiği abisi değil; bir böcek, bir örümcektir. İşte bu kitap Gregor'un örümcek hayatını; nasıl ötekileştirilmeye başlandığını; ailesinin onun üzerindeki hislerinin ve düşüncelerinin değişimini inceliyor.

Kitabı anlamak konusunda sonlara doğru Ahmet Cemal'in yaptığı açıklamaların çok faydası oldu, hatta o açıklamalar olmasaydı bu kitap bir parça eksik kalırdı bende:

"Dönüşüm, hiyerarşi ve otorite düşüncesiyle temellenen, bu amaçla sözü edilen düşünceyi önce aile kurumu içerisine odaklaştıran toplum içindeki bireyin tragedyasıdır."

Ama şimdi düşünüyorum da kitabın asıl anlatmak istediği şey bende zerrece çağrışım yapmasa bile Kafka'nın olağanüstü bir yazar olduğunu düşünürdüm herhalde. Çünkü kitaptaki her şey yazar anlattıkça gözümün önünde belirdi. Zaman zaman bir film izler, zaman zaman bir tabloyu inceler gibiydim sanki. Gregor'un her hareketi o kadar incelikle işlenmiş ki insan Kafka'nın her dolunayda falan bir örümceğe dönüştüğüne kolaylıkla inanabilir.Belki bunu Kafka'nın edebiyatta herkesçe layık görüldüğü konumun da etkisiyle söylüyorumdur ama bu yine de gerçeği değiştirmez.

Kitabın geneliyse buruk, biraz alaycı, hafif bir gülümseme gibi geldi bana.

Kitabı tavsiye edip etmediğimi soracak olursanız, "Herkese değil." diye yanıtlarım sizi. Çünkü kitabın başlarında Ahmet Cemal'in de dediği gibi: "Dönüşüm, sayfa sayısının azlığına, ayrıca üslubun da görünüşteki yalınlığına karşılık, deyim yerindeyse öyle kolay yutulur lokma değil."

Hiçbir zaman hayvan katletmekten zevk alan biri olmadım ama bu kitaptan sonra sanırım örümceklere daha farklı bir gözle bakacağım. Sizler için de aynısını umuyorum.

Kitap, hakim bakış açısıyla anlatılıyor. Benim elimdeki baskısı Can Yayınlar'ından Ahmet Cemal çevirisiyle çıkmış. Çeviri iyi olmuş, kötü olmuş pek anlamam. Bu yüzden kitabı güvendiğim bir yayıncılık olan Can'dan aldım. Ahmet Cemal'in açıklamaları ve kitabın sonundaki Kafka'nın kitaba dair mektuplarının yer aldığı ek, benim kararımdan memnun kalmamı sağladı. Ama keşke Kafka'nın isteği dikkate alınsaydı da kapağında örümcek figürü kullanılmasaydı.

Kafka en çok tanımak istediğim ve tanıyınca çok seveceğime inandığım bir yazardı. Bu benim okuduğum ilk Franz Kafka kitabı değil ama kendisiyle bu kitapta tanıştığımı söyleyebilirim. Daha önce "Milena'ya Mektupları" okumuştum ve her ne kadar bazı yerleri hoşuma gitse de zorlukla bitirmiştim ve benim için pek bir anlam ifade etmemişti. Şimdi düşünüyorum da belki Franz Kafka'nın tüm diğer kitaplarını okuduktan sonra "Milena'ya Mektuplar"ı yeniden değerlendirmeye almayı düşünebilirim. Gerçi Kafkaseverlerin pek çoğu bu kitabı beğenememiş ya, neyse...

Son olarak Franz Kafka'nın kitabına dair söylediği bu çok hoşuma giden sözleri sizlerle paylaşmak istiyor ve acaba Kafka kendisi için "insanca" yaşamanın bir yolunu bulmuş mu diye merak ediyorum:

"Herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var.. Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarında geçip işe, yemeklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, dolduracak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyor."

*Sormadan edemiyorum ama bir yandan da komik geliyor sorum: İnsan, nasıl insanca yaşayabilir? Nasıl, nasıl, nasıl?..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder