25 Ağustos 2016 Perşembe

FANGIRL

Aslında sıra Fangirl'e gelene kadar yazmam gereken/yazmak istediğim pek çok şey vardı ama kitabı daha iki gün önce bitirdim ve fazla soğumadan yorumunu servis etmek istiyorum.


 Kitabın kapağı sizce de çok güzel değil mi? Yalnız keşke iç kapağı siyah yapmasalarmış.


Bu kitabın varlığından bir arkadaşımın kitabın Türkçeye çevrileceğini müjdelemesiyle haberdar oldum. Konusunu okuyunca biraz üzülmüştüm çünkü ben de o dönem buna çok benzer bir konuda bir şeyler yazmak üzerine düşünüyordum. Tabii ki böyle bir kitabın olması benzer bir konuda bir şeyler yazılamayacağını göstermez ama hevesim kaçtı ondan sonra işte.

Kitaba dair beklentilerim büyüktü. Bunun temel olarak iki sebebi var:

1- Ana karakterin bir fangirl olması ki bu kitabın içinde sıklıkla fandom göndermeleri olacağı anlamına geliyordu. Ben kendimi bir fangirl olarak görmüyorum ama severek takip ettiğim, hayatımda önemli yere sahip bazı seriler vs. var ve onlara dair şeyler görmekten zevk alıyorum. Bundan dolayı kitabın içine girmek benim için çok kolay olacaktı.

2-Kitabın ana karakterinin bir şeyler yazmakla ilgilenmesi. Bir roman karakterinin yazar olma yolunda kendini geliştirme sürecini takip edebilme fikri bana çok heyecan verici geldi.

Bu iki sebep haricinde beğendiğim bir yazar olan, John Green'in, Rainbow Rowell'in bir diğer kitabı olan "Eleanor ve Park"a dair olumlu tavırları; yabancı bookstagram hesaplarınca kitabın beğenildiğini görmem; son derece tatlı, güzel ve sade olan kapak tasarımı vs. de beni bu kitaba dair umutla doldurdu. Ama üzülerek söylüyorum ki kitabı umduğum kadar beğenmedim.

Konusu şöyle:

Cath bir Simon Snow hayranıdır.
Öyle ya, tüm dünya Simon Snow hayranıdır...
Ancak bu Cath için bir hayat felsefesidir ve o takipçi olma konusunda çok iyidir. İkiz kız kardeşi Wren'le çocukluklarından beri Simon Snow kitaplarını defalarca okumaktan, hayran kurgusu yazmaya kadar, kendilerini seriye adamış, annelerini kaybetmelerini de ancak bu şekilde atlatabilmişlerdir. Büyüdükçe Wren'in hayranlığı azalsa da Cath'in vazgeçmeye niyeti yoktur.

Üniversiteye gidecekleri sırada Wren, onunla aynı odada kalmak istemediğini söyleyince Cath kendi rahat dünyasının tamamen dışında, bir başına kalır. Son derece utangaç olan Cath, kendini yazdığı hayran kurgusuna kaptırmıştır. Hikâyesinde her zaman ne diyeceğini gayet iyi bilmekte ve gerçek hayatta hiç tecrübe etmediği romantizmi öyküsüne yansıtabilmektedir. Wren elinden tutmadan da Cath her şeyin üstesinden gelebilecek midir? Kendi hayatına başlamaya gerçekten hazır mıdır? Ya kendi hikâyelerini yazmaya?..
En önemlisi de Simon Snow sevdasını geride bırakma pahasına yola devam etmeyi istemekte midir?




Bu kitap her ne kadar genç-yetişkin türünde olsa da, dili her ne kadar sade ve anlaşılır olsa da kitabın içine girebilmek için, Cath karakterini anlayabilmek için biraz da olsa onun düşüncelerini düşünmüş, hissettiklerini hissetmiş olmanız gerekir. Kitabı okurken, okuyan herkesin fark edemeyebileceği ama içinde bir yerlerde bir Cath taşıyanların nasıl bir şey olduğunu anlayabilecekleri birkaç ufak ayrıntı yakaladım. Elbette bunların ne olduğu şu an aklımda değil  ama pek çok kişinin bana okurken étam da bu." ya da "Seni anlıyorum, Cather." dedirten bu küçük ayrıntıları rahatlıkla anlayamayabileceğini ve bu yüzden Cath'e antipati duyabileceğini düşündüm. Zaten ben de Cath'i tam olarak anlayabildim diyemem ve kendisine derinden bir sevgi duyuyor da değilim. Benim standartlarıma göre bile rahatsızlık verecek bir yönde asosyal ve çekingendi. "Asosyal" ve "çekingen" kelimeleri doğru kelimeler gibi gelmiyor şimdi ama "tuhaf" kelimesini de olumsuz bir anlamda kullanmak istemem.




Burdan sonraki kısmın biraz spoilerli sayılabileceğini fark ettiğim için şuraya bir uyarı bırakıyorum. Aldırmıyorsanız devam edin, çok da büyük spoilerlar vermedim.

Az önce de dediğim gibi Cath'i tam olarak anlayabildiğimi söyleyemem ama onu kendimde birkaç tık -belki de biraz daha fazla- daha uç bir noktada buldum ve bu yüzden işin içine romantizm girdiğindeki değişimi ve bir süre sonra bu konuda takındığı rahat tavır beni biraz şaşırttı. Bu hissim belki o kısımları okurkenki ruh halimle ilgiliydi ama belki de okurken benimle aynı şeyi aklından geçirenler vardır. Bir de bu sahneleri okumak Cather'in değişiminden bağımsız olarak da benim için rahatsızlık vericiydi. Bu sanırım benimle ve benim romantizm algımla ilgili. Mesela bu kitaptaki gibi ilşkilerin romantik(!) kısımları, ama yalnızca ve yalnızca o kısımları, benim biraz midemi bulandırıyor. Uygunsuz bir şey yoktu, Levi hep çok düşünceli tavır sergiledi ama mıç mıç ilişki sevmiyorum.









Cath'in kardeşi Wren'i ise Cath'i sevdiğimden daha az sevdim. Bana kalırsa bu "güzel kardeş", "cesur kardeş" aslında "sıklıkla kendini zavallı durumuna düşüren kardeş" oldu. Ama sonuçta herkes kendi yolunda gidiyor ve Wren'in yolu da hep kötüye gitmiyor ve onu sevdiğim zamanlar da oldu.




Kitabın taa en başlarında Reagan en sevdiğim karakter olacak sanmıştım ama pek çok nedenden dolayı öyle olmadı. Kitabın başında böyle bir yanılgıya kapılmamın sebeplerinden biri başlarda ona Max Black görünümünde hayal etmemdi çünkü bende balıketli, güzel, sert, güçlü biri izlenimi uyandırmıştı ama "kızılımsı saç" vs denince kafamdaki görüntü değişti.



Levi'yi çok çok sevmiş olmasam da bende sempati uyandırdı. Çünkü sürekli gülümseyen, herkese elinden geldiğince yardım etmeye çalışan, çevresindeki insanları önemseyen, kibar, neşeli biri sizde bu hisleri uyandırır. Ama ben rahat insanlardan çok hoşlanmam ve Levi'nin Cath'ten neden hoşlandığını pek anlayamadım; belki de bu sebeplerden belki de başka sebeplerden dolayı kendisine büyük bir coşkuyla bağlanamadım ama yine de sevilesi bir karakter. 



Ben insanların "kitap okuyanlar" ve "doğru kitapla karşılaşmamış olanlar" şeklinde ayrıldığını düşünüyordum Cath'in düşüncesine biraz benzeyen bir şekilde ama Levi bana "kitap okuyamayanlar" adlı bir türün daha olduğu gösterdi. Levi bu türde tanıdığım tek insan olduğu için ne düşüneceğimi pek bilemiyorum ama başka bir bakış açısı verdi diyebilirim. Ayrıca bu Cath'in ona kitap okuması için bahane verdi ki işte bu da benim romantizm anlayışımı anlatan şey.



Ve şu anda insanları türlere ayırdığım için biraz vicdani rahatsızlık duyuyorum.

Kitabın başında Levi ve Reagan'ın üvey kardeş olduğunu düşünmüştüm. Hatta bayağı emindim, öyle olmadığını duyunca çok şaşırdım. Hatta hayal kırıklığına uğradım.

Bunun dışında değinmek istediğim bir diğer nokta eğer bu kitaptan yalnızca asosyal bir fangirlün kabuğundan çıkıp erkek arkadaş edinmesine dair minnoş bir hikaye bekliyorsanız beklediğinizden daha farklı bir kitapla karşılaşacaksınız. Çünkü bu kitap yalnızca iki kişinin ilişkisi etrafında dönmüyor; dağılan aileyi, yeni deneyimleri, yaratma cesaretini, kendini keşfetmeyi, kurgu dünyasını da içeriyor. Kendi çapında derinlikli bir kitap. 

Goodreads'te "Fangirl"e darir yorumları okurken birinin şöyle bir şey dediğini gördüm: "Bir sene sonra üniversiteye geçecek olan ve Cath'in sene başındaki endişelerinden bir kısmını içinde taşıyan bir genç kız olarak, bu kitap beni rahatlattı dersem abartıyor olmam sanırım."  Nedense kitap bende tam tersi bir etki yarattı. Gelecek sene üniversite öğrencisi olacağımı fark ettim ve bu beni özellikle dersler anlamında biraz korkuttu. Kitapta çok korkutucu bir şey olarak işlenmemişti ama bir cesaretle yaratıcı yazarlık dersi alıp da sonra bununla yüzleşmek zorunda kaldığımı hayal edince böyle şeyler hissettim.


Cath'in Simon Snow hastası olduğundan yazının başlarında bahsetmişimdir. Biraz da Simon Snow'dan bahsetme ihtiyacı duyuyorum çünkü kitabın önemli bir parçası. O kadar önemli bir parçası ki her bölümün başında ya Simon Snow serisinden bir parça ya da Cath'in bu seri üzerine olan hayran kurgusundan bir parça koyulmuş.



Simon Snow çok bariz bir şekilde Harry Potter ilhamlı bir seri. Hatta şu alıntıyı yaparsam siz de rahatlıkla fark edeceksiniz: 

Simon Snow, dilbilimci Gemma T. Leslie tarafından kaleme alınmış yedi kitaplık bir fantastik seridir. Seri Lancashire'lı bir yetim olan ve Watford Sihirbazlık Okulu'na kabul edilen 11 yaşındaki Simon Snow'un hikayesini anlatmaktadır.

Kitapta sevdiğim başka serilere de göndermeler vardı ve bunları görmek beni daima çok mutlu eder.


Simon Snow, kitaba göre dünyanın en popüler, en sevilen serisi gibi bir şey; tıpkı kurgusal olmayan dünyamızda Harry Potter'ın olduğu gibi. İşte hem HP ilhamli bir seri olduğu için hem de bu sebepten dolay kitabın içinde Harry Potter'ın adının geçeceğini hiç düşünmemiştim ama geçti.

"Bilemiyorum" dedi Levi. "Buna alışmak benim için çok zor. Harry Potter'ın eşcinsel olduğunu öğrenmiş gibiyim."

Cath'in kurgusu hakkında ben de aynen böyle düşünmüştüm çünkü Harry Potter ve Simon Snow serileri arasındaki ilişkiden dolayı Simon Snow, Harry Potter; Baz ise Draco Malfoy karakterine denk düşüyor ve ikisi arasında romantik bir ilişki olması düşüncesi bende kendi kusmuğumda boğulma isteği uyandırıyor.


Ama kitap ilerledikçe Harry Potter konusunda olmasa da Simon ve Baz konusundaki hislerim yumuşadı. Ben normalde bariz bir şekilde arkadaş olan iki karakterin yakıştırılmasından rahatsız olurum: Harry ve Hermione; Legolas ve Gimli; Sam ve Frodo; Thorin ve Bilbo gibi. Ama bazı insanlar bunu daha da ileri noktaya götürüp şu tür yakıştırmalar yapıyorlar: Rose Tyler ve Clara Oswald, Dean ve Sam Winchester ve hatta Fred ve George Weasley gibi. 


Çok uç nokta olmadığı sürece kendi rahatsızlığımı içimde yaşıyorum. Saydığım yakıştırmalaradan hala hiçbirini tavsip ediyor değilim ama Fangirl beni bu konuda biraz yumuşattı, bana farklı bir bakış açısı kazandırdı diye düşünüyorum. Hatta geçen gün Sherlock izlerken Holmes ve Watson ilişkisine farklı bir gözle bakabildiğimi fark ettim ama bu konuda bundan daha ileri gitmeyi düşünmüyorum :D

Ayrıca Fangirl bana hayran kurgusu yazarlarını daha iyi anlama fırsatı verdi.

Az önce araştırma yaparken öğrendiğime göre Rainbow, Cath'in kurgu hikayesi "Carry On"un kitabını çıkarmış. Bence bu harika bir şey ve Türkçeye çevrilince okumayı çok istiyorum.


Bu arada kitabın en en çok  sevdiğim sahnesi de Simon Snow'la ilgili. 8. kitabın sonunda çıktığı o sahnede Wrewn ve Cath birbirlerine sarılıp ağladıklarında, işte o an için, yalnızca o an için kitabı o kadar çok sevdim ve kendime yakın hissettim ve alıp kalbime sokmak istedim ki...


Kitaba dair fikrim kısaca şöyle: Beklentilerimin altında kalan bir kitaptı ama beğenmediğimden daha çok beğendim. 








"Kimi zaman yazmak, yokuş aşağı koşmaya benzerdi; klavyedeki parmaklar, koşarken yerçekimine uyum sağlayamayan bacaklar gibi insanın arkasından gelirdi."




Kitabın sonundaki hikaye de fikrimce çok güzeldi.

Buraya eklemek için alıntı ararken Fangirl'e dair bir yazıyla karşılaştım ve yazının kitabı benden daha iyi anladığını düşündüm. Bu kitap hakkında bir başka kalemden bir şeyler duymak isterseniz Obur Kitaplık'ın yazısına bir göz atın derim.

Eğer bu anlamsız derecede uzun yazımı okuduysanız çok teşekkür ederim :) Mutluluk, sevgi, barış ve güzellikler diliyorum...

MAY THE FANDOMS BE WITH YOU !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder