Kitabımız bu cümleyle bizim için 1995 yılına bir pencere açıyor; karakterlerimizden birinin bugünü üzerinden kollarını geçmişe uzatıyor ve bizi 1939 yılına, II. Dünya Savaşı Fransa'sına bırakıyor.
Yazarın birkaç yıl önce "Kış Bahçesi" adlı kitabını okuyup bitirdiğimde şöyle bir cümle kurmuştum: "Artık hayatıma nasıl devam edebilirim, bilmiyorum." O da "Bülbül" gibi tarihi kurgu türünde bir romandı ve yazarın "Bülbül"ü yazana kadar en sevdiği kitabıydı, bu yüzden beklentimin ne kadar büyük olduğunu tahmin etmişsinizdir. Fakat ne yazık ki kitap kötü olmasa da beklentilerimin altında kaldı. Kitap o hissi vermedi yani, kendimi istediğim kadar içinde hissedemedim. Bunun sebebi illa da kitabın kendisi olmayabilir, muhtemelen "Kış Bahçesi"ni da şimdi okumuş olsam o kadar da beğenmezdim. Yine de güzel bir kitaptı.
Neden bilmiyorum ama II. Dünya Savaşı'nda dair yapıtlar beni çekiyor biraz ve konuda yalnız olmadığımı da biliyorum. Daha önce "Kitap Hırsızı" ve "Çizgili Pijamalı Çocuk"u okumuştum bu ortamda geçen ve ikisi de çok iyi kitaplardı. Kitapların üçü de benzer amaçlarla aynı dönemi aktarmış olsa da atmosferleri birbirinden farklı. Bu da yazımda tutulan yoldan ve hangi açısıyla aktarılacağına dair yapılan seçimden kaynaklanıyor sanırım. Mesela Kristin Hannah bu kitabı zıt karakterleri iki kardeş üzerinden -ki yazarın diğer kitaplarını da okumuşsanız "zıt karakterli kardeşler"le başka kitaplarında da karşılaşmışsınızdır- yazmış. "Zıt karakter"den kastım iyi ve kötü değil, zaten yazarımız bu tür keskin ayrımlardan genel olarak uzak duruyor ve hayatın için karakterlerle çıkıyor karşımıza. Katıldığı savaştan sonra değişen, kızlarından yüz çeviren bir baba ve çok sevilen ama artık hayatta olmayan bir annenin acısını büyük kardeş Viann kendisini seven ve kendisinin de sevdiği yeni insanlar bularak atlatmaya çalışıyor. Kendisine kurduğu bu kırılgan ve yeni hayatında sevgiyi talep eden, inatçı, asi kardeşi Isabel'e hak ettiği yeri veremiyor. Böylece iki kardeşin hayatı kendi karakterleri etrafında şekillenen iki ayrı kola ayrılıyor. Savaş kapıya dayadığında doğal olarak iki kardeşin tepkisi de birbirinden farklı oluyor. Viann yalnızca kocasının eve dönmesini ve çocuklarının güvende olmasını dilerken Isabel Fransa'yı tekrar özgür kılabilmek için üzerine bir görev düştüğüne inanıp bunun peşinden gidiyor. İki kardeş de savaşa, ölüme, yıkıma, kimliksizleşmeye, kayba kendi yollarıyla direniyor.
Bülbül bence savaşın yalnızca erkeklerle ilgili olmadığını, kalıp sabretmenin de gidip savaşmak kadar güç ve cesaret istediğini hatırlamak adına güzel bir kitap. Bence kitabın geride kalanlar üzerinden işlenmesi iyi bir seçim olmuş. Böylece savaşın aslında kimseyi geride bırakmadığını, herkesi çığına katıp da kimseyi olduğu gibi bırakmadığını da görmüş oluyoruz.
"Hikayeleri erkekler anlatır," diyorum. Sorusuna verilecek en doğru, en basit cevap bu. "Kadınlar hayatlarına devam eder. Bu bizim için bir gölge savaştı. Bittiğinde bizim için törenler düzenlenmedi, bize madalyalar verilmedi, adımız tarih kitaplarında geçmedi. Savaş sırasında yapmamız gerekeni yaptık ve bittiğinde parçaları bir araya getirip hayatımızı yeniden kurduk."
Olayların Fransa üzerindeki izdüşümlerini görmek de etkileyiciydi, ilk kez tüm bunlara Fransa penceresinden bakma imkanı buldum. Böylece her ne kadar çok farklı olsak da aslında büyük bir çatının altında hepimizin bir olduğunu hatırlamış oldum. Hepimiz aşık oluyor, acı çekiyoruz; fedakarlıklar yapıyor, bizim olanı korumak istiyoruz; hepimiz direniyoruz; yaşamak, kendimiz olarak yaşayabilmek istiyoruz.
Nazi katliamları, işkenceleri bir insanlık ayıbıdır ve bana başkaları adına da utanmayı öğretmiştir. Ayrışmaya, bölünmeye bu kadar yakın olduğumuz, savaşın bir adım ötedeki pis nefesini bir yanımızda hissettiğimiz bu dönemde insanlığımızı hatırlamak, savaşın çirkin yüzüne tanık olup da aklımızdan çıkarmamak için okunası bir kitap. Benim için yalnızca duygusal anlamda kazandırıcı bir kitap değil aynı zamanda bilgilendirici bir kitap da oldu. Mesela Oradour-sur-Glane'de olanları ilk kez duydum ve içim ürperdi.
Ama sevgi nefretten güçlü olmalı yoksa bir geleceğimiz olamaz
Bir de bunu yazının neresine konduracağıma karar vermedim ama Kristin Hannah'nın düşman saflarının da bizim gibi insanlardan oluştuğunu; bu insanların da ailesinin, hislerinin ve değer yargılarının bulunduğunu bir karakter üzerinden anlatmasından çok hoşlandım. Gerçek düşmanımızın kim olduğunu, kim olmadığını bilmek daima çok önemli bence.
Kitabın diline, anlatımına dair pek bir şey söylemedim ama bence gayet iyiydi ve yeterliydi.
Tarihi kurgu sevenlere akıllarında bulundurmalarını tavsiye ederim.
Kim olduklarını düşünme, kim olduğunu düşün.