Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin
Ne de duvarlarının gerisinde gizlenen bin muhteşem güneşi
Bu kitabı 2015 Bursa Kitap Fuarı'nda almıştım. Henüz okumadığım 12 diğer kitapla birlikte "Bin Muhteşem Güneşi" yanıma, Ankara'ya getirdim. Hangi kitabı okusam, diye kararsızlıkla kıvranırken gözüm bu kitaba çarptı ve çok da güzel oldu. İki yıllık bir beklemenin ardından sonunda, doğru bir zamanda okuyabildim.
Khaled Hosseini'yi "Uçurtma Avcısı"yla tanımıştım. "Uçurtma Avcısı" içimi çok acıtsa da çok beğendiğim bir kitap olmuştu. Okuduktan sonra yazar olmanın çok zor ve büyük bir şey olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Sanırım "Uçurtma Avcısı"nı daha çok beğenmiştim ama bu kitap da yine pek çok açıdan çok güzeldi benim için.
"Bunu iyice kafana sok, kızım," dedi Nana. "Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman."
Eğer kitaba dair anahtar kelimelerin bir listesini çıkarsam sanırım "kadın" başı çeker. Kitapta "kadını" pek çok temel haliyle görebilmekteyiz: seven, inanan, uman, sabreden, fedakarlık yapan, merhamet eden, ezilen, kaybeden, yeniden başlayan, direnen... Üç karılı Celil'in hizmetçisinden doğma, harami bir çocuk olan; ıssız bir yerde, minicik kulübede acı ve nefretle yoğrulmuş annesiyle yaşayan; çok sevdiği babasını her perşembe nefesini tutarak bekleyen bir Meryem karşılar bizi kitabın başında. Sonra Leyla gelir. Aşık Leyla. Güzel Leyla. Annesinin gidenlerin ardına takılı kalmış gözleri kendisine çevrilmeyen, bir öğretmen olan babasının geleceğinden çok şey beklediği Leyla. Bu iki kadının yolu ölümün, kimsesizliğin, çaresizliğin ve bir bebeğin kendilerini ittiği bir noktada kesişir. Sonrasında da hep birliktedirler zaten; Leyla'da hep biraz Meryem kalır mesela, hep kalacaktır da.
Aklına Nana'nın bir keresinde söylediği bir şey geldi; her bir kar tanesinin, dünyanın bir yerinde haksızlığa uğrayan bir kadının ağzından dökülen bir ah olduğunu. Bütün bu iç geçirmeler gökyüzüne yükseliyor, bulutlar halinde toplanıyor, sonra minicik parçalara bölünüp sessizce aşağıya, insanların üstüne yağıyordu. Bizim gibi kadınların neler çektiğinin göstergesi, demişti. Başımıza gelen her şeye nasıl sessizce katlandığımızın.
İkinci anahtar kelime: Afganistan. Ama daha da özelinde "Afganistan'da kadın olmak". Mesela çocuk yaşta evlendirilir canım kızlar. Bu çocuk gelinlere düşer evi temizlemek, yemek yapmak, sökük dikmek her işe koşmak. E tabii geceleri de kocalarının zevk oyuncağı olmak. Sıradaki görevleri: çocuk doğurmak. Erkek olursa ne iyi, kız olursa aman dikkat, hiç olmazsa da hazırla kendini başına geleceklere. Kocan bir daha bakmayabilir yüzüne, belki bir daha konuşmaz bile senle. Görevini yapamadın ya hani, belki yanına bir ikincisi getirilir yerine. Tabii ki dönemin siyasi şartları da belirler senin konumunu. Bir bakarsın hemcinslerin çalışıyor okullarda, hastanelerde; bir bakarsın burqasız, erkeksiz dışarı çıkamaz olmuşsun. Seninle konuşulmadan ağzını açamaz olmuşsun. Hiçbir yerde çalışamaz, kocaya mahkum olmuşsun. Ya da Afganistan'da değil de Türkiye'de bir kadınsın mesela, bu kitabı okumuşsun. Sonra durup sormuşsun kendine: "Ülkemde ne Taliban var ne de bir şey! Demokratik, özgür, eşit bir cumhuriyet ülkesinde yaşıyorum güya! Öyleyse neden, Allah'ım neden, ülkemdeki bazı kadınlar aynı durumda?
Bu savaş bittikten sonra Afganistan'ın erkekler kadar, belki daha da çok, sizlere gereksineceğini biliyorum. Çünkü bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur, Leyla. Hiç yoktur.
Özeline girmeden "Afganistan"da kalalım biraz da. Khaled Hosseini bu kitabında da doğduğu topraklardan, Afganistan'dan vazgeçmemiş. İyi ki de öyle yapmış. Ben genelde Batı edebiyatından eserler okuduğum için şehir yaşantısıyla, kültürel değerleriyle, insanlarıyla Doğu'ya konuk olmak benim açımdan güzel bir değişiklik ve zenginlik oldu. Olayların geçtiği yerlerden bazılarını görmek istedim. Okurken yer yer kendi kültürümüzle ortaklıkları ve farklılıkları saptadım. Dünyanın neresinde olursa olsun insanın başka bir kıyafette ama yine de aynı insan olduğunu görmüş oldum.
Afganistan aynı zamanda siyasi hayatıyla da kendine yer bulmuştu satırlarda. Ben bu kısımları takip ederken epey zorlandım ama o zamanın halkının kafasının da benimki kadar karışmış olduğunu sanıyorum. Kim dost, kim düşman belli değil. Zamanında Taliban bile sevinçle karşılanmış ama her kim kendini kahraman bilip de kurtarmaya çalıştıysa memleketi, Afganistan'ıın üzerine acı olup yağmış sanki. Savaşın korkunç olduğuna eminim ama iç savaş bence daha da korkunç. Tarafını, kime güveneceğini; neye karşı. ne için mücadele edeceğini bilememek çok yorucu. Bunu kitap üzerinden görmek de mülteciler konusunda biraz daha duyarlılık kazanmamı sağladı.
Kitabın üçüncü anahtar kelimesi de "insanlık" ve bütün anahtar kelimeleri, ülkeleri ve evreni de içine alıyor.
Khaled Hosseini'nin o güzel anlatımıyla yazdığı, araya kendi dilinden kelimeleri serpiştirerek yazdığı, halkına ve kadınlara ses olduğu bu güzel kitabı bünyesi çok çok hassas olmayanlara tavsiye ediyorum. Afgnistan'ın şu anki durumunu da çok merak ediyorum, yazıyı bitirince araştırayım biraz.
Leyla hayata sarıldı. Çünkü sonunda, yapabileceği tek şeyin bu olduğunu anladı. Bir bu, bir de umut etmek.
Bence önemli bir not: Bütün insanlar özgür olana kadar hiçbir insan özgür değildir.
Ve daha özelinde: Bütün kadınlar özgür olana kadar hiçbir kadın özgür değildir. Sevgiyle kalın.