23 Aralık 2017 Cumartesi

Yolun Sonundaki Okyanus

Kahramanımız katıldığı bir cenazeden sonra, bu zor günün devamıyla başa çıkmadan önce biraz kafasını dinlemek ister ve arabasına atlayıp hedefsizce yol alır. En azından kendisi "hedefsizce" olduğunu sanmaktadır fakat bir süre sonra fark eder ki çocukluk arkadaşı Lettie'nin "okyanus" dediği, yolun sonundaki göle kırmıştır direksiyonu. Kahramanımız, gölün karşısında oturup onu izlerken geçmişinin belli belirsiz hatırlanan günlerinden bir yumak yavaş yavaş açılır ve onca yıl boyunca unuttuğu çocukluk hatıraları zihnine dolar.

Kitaptaki olaylar kahramanın çocukluğunda geçtiğinden olsa gerek basit, masum ama güçlü bir dil kullanılmış ki ben böyle bir dille yazılmış kitapları okumaya bayılırım. Kullanılan dilin de etkisiyle olduğunu sanıyorum; kitap, belli bir noktaya gelene kadar adeta çocuk kitabıymış hissi yaratıyor. Fakat buna aldanmamak gerek, hiç kimsenin bir çocuk kitabında olmaması gerektiğini düşüneceği bazı şeyler barındırıyor çünkü. Ayrıca kurgu, bir çocuğun anlamlandırıp kendini konumlandırabileceği bir basitlik ve netlikte değil.

"Yolun Sonundaki Okyanus"un herkese hitap ettiğini düşünmüyorum. Olaylar oluş sırasıyla, bir çocuğun gözünden anlatılıyor falan; burada bir sorun yok. Ama kitabın çok net çizgilerinin olmadığını düşünüyorum. Kurgu, bir yere varmak için ilerlemiyor. Karakterlerin çoğu net çizgilerle çizilemiyor, kendi dünya bilgimiz çerçevesinde konumlandırılamıyor. Kitap, bir çocuğun yaşadığı sıra dışı bazı günler üzerinden evrenin kendisine, onun da ötesinde belki büyüklükle nitelendirmenin de anlamsız kaçacağı öte şeylere uzanıyor. Bu yüzden bir şeyleri yakalayıp da avcumuzda tutmaya çalıştığımızda rüzgar gibi uçuşup elimizde bir esintinin hatırasını bırakıyor yalnızca.

Ben kitabı çok sevdim. Neil Gaiman, yine yaratıcılığın sınırlarını zorlamış. "Büyülü gerçekçilik" kategorisine sokmak için uygun bir kurgu mu bilmiyorum ama bir köküyle bizim dünyamıza, yaşantımıza sımsıkı tutunuyordu; o yüzden "fantastik" de denmeyebilir gibi geliyor bana.

Kitabın tanıtımına "Bir kelebeğin kanatları kadar narin ve hüzünlü." yazıyor. Gerçekten de bir o kadar naif. Hüzünlü kısmına gelince de ben bu hüznü sonlara doğru ince bir sızı olarak hissettim içimde. Sizi doğrudan buna sürükleyen bir durum yok aslında ama, kitabı gece yarısından sonra bitirmemin de etkisiyle olacak, kapağı kapattığımda gözlerimden damlacıklar süzülüyordu. Tanıtımda ayrıca "Karanlıktaki bıçak kadar tehditkar ve korku verici." yazıyor. Evet, öyle aynı zamanda.

Bir çocuğun gözünde yetişkinliğe bakabilmek de bence çok değerli bir deneyim. Kitabımız, bu deneyimi yaşama konusunda bana çok güzel yardımcı oldu.

Kitapta renkli yapışkanlarla işaretlediğim farklı farklı yerler oldu fakat aklımda kalan alıntıya bir işaret bile koymamıştım:

Küçük bir oğlanı ağlatmak sana kendini büyük mü hissettiriyor?

Kitaptaki hiç aklımdan çıkmayan, en cani sahne ise inanılmaz güçlere sahip fantastik yaratıkların yaptıklarından değil, bir insanın yaptıklarından oluşuyordu. Ama tabii şimdi buraya yazmıyorum onu.

Bu arada kahramanımız tam bir kitap kurdu ve ben böyle karakterleri olan kitapları daima çok yakın bulurum kendime.

Gerçek hayat katlanamayacağım kadar zorlaştığında kitaplara sığınırım.

Okurken azıcık da olsa "Mürekkep Yürek" tadı almıştım, bu yüzden teşekkür bölümünde Cornelia Funke'nin adına rastlamak bende ufak bir tebessüme sebep oldu.

Ayrıca nedenini tam olarak bilemiyorum ama Ursula Monkton, bana bir şekilde "Koralin"deki "diğer anne"yi hatırlatıyor. Belki ikisinin de aynı yazarın hayal gücüne düşüp aynı yazarın kaleminden doğmasındandır.

Bu yıl okuduğum kitaplar arasında en sevdiklerimden biri oldu. Aynı zamanda okuduğum en sıra dışı ve özel kitaplardan biri benim için.

Sadece 181 sayfadan oluşan bu kitabı ben başladığım günde bitirdim. Eğer sizde yıllık hedefinizi yetiştirmekte zorluk çekiyorsanız ideal bir kitap, tavsiye ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder