"Teleskoplar uzayı gözleyedursun, belki de şu an birileri Dünya'ya mikroskopla bakmakta."
Sanırım yazarın dilinden ötürü, kitabı okumak başından beri kolay ve keyifliydi. Buna rağmen benim kitabı bitirmem 6-7 günümü aldı. Bu da tamamen benden kaynaklı bir durum, aynı anda pek çok şeyle uğraşmaktaydım. Baktım ki başlayalı günler oldu ama kitap daha bitmedi ben de dün gece -saat 24.00'ü geçince dün olmuyor gerçi- 02.00'ye kadar oturup bitirdim. Biraz da gecenin verdiği duygusallıkla olacak kitabın son kısmı beni çok üzdü, etkiledi. Son kısmı okuyana kadar kafama notlar almıştım şunlardan şunlardan bahsederim diye ama o kısmı okuyunca normal bir kitap gibi yorumlamak tuhaf olacakmış gibi geldi. Yine de yapacağız artık bir şeyler.
Kitabın başında ABD ve SSCB bir uzay yarışı içinde, uzaya ilk önce kimin varacağı tartışılmakta. Hani derler ya "İnsanlar plan yapar ve Tanrı onlara güler." diye, işte insanlar da uzaya açılma planları yapıyorken uzay -uzaylılar- onların ayağına geliyor. Dünyalıların "Hükümdarlar" adını verdiği bir uzaylı ırkı gemileriyle Dünya'nın önemli başkentlerinin üzerine konumlanıyor, onları gözlemliyor, bu "çocuk"ların yetişmesinde onlara rehberlik ediyor. Üç kısımlık kitabın ilk kısmı bunun hakkında. Bu kısmı okurken kendimi "Bu durumda ben ne yapardım?" diye sorguladım. Bir de Doctor Who'nun son sezonundaki bir bölüme benzettim birazcık ki çok da benzemiyor aslında.
Kitabın ikinci kısmının adı "Altın Çağ" ve adından da anlaşılacağı üzere insanlığın altın çağından bahsediyor. Ülkelerin adlarının yalnızca posta gönderimlerinde karışıklık olmamasına yaradığı, herkesin dünya vatandaşı olduğu, savaş ve çatışmaların sona erdiği, kaba kuvvet gerektiren bütün işlerin robotlar tarafından yapıldığı bir ütopya tablosu çiziliyor gözlerimizin önüne. Bu bölümde Arthur Bey'in gelecek öngörüleri dikkate değer. Çatışmaların sona erişiyle sanatın malzeme kaybetmesi, insanlığın ilerleyişiyle dinlere ihtiyaç kalmayışı, Hükümdarların kendi teknolojilerinden kat kat üstün teknolojileri çoktan elde ettiklerinin bilinciyle artık bazı gelişmelerin denenmesinin bile insanlarca gereksiz sayılması... Hepsi de mantık çerçevesinde ve olası tahminler. Ancak düşününce bazı şeyler daha farklı da gelişebilirmiş gibime geliyor. Mesela dinlerin yok olmasını ele alalım. Bana öyle geliyor ki bu şartlar altında bütün eski dinler destekçilerini kaybetse bile ortaya yenileri çıkardı. Çünkü evrenin ne kadar büyük ve kendilerinin ne kadar küçük olduğunu anlayan insanlar, ne kadar gelişseler de Hükümdarların teknoloji ve bilgeliklerine erişemeyen insanlar, olasılıkların kendi bilgi ve deneyimlerinden ne kadar üst olduğunu fark eden insanlar, kendilerinin daha çocuk seviyesinde bile sayılamayacağı sonsuz gelişim olanakları içinde kaybolmamak için kendilerine mutlak bir dayanak noktası bulmaya ihtiyaç duyabilirlerdi. Diğer tespitler için de başka olasılıklar mümkün ve hepsi de değerlendirmeye değer. Ayrıca ikinci kısım aynı zamanda hikayenin yavaş yavaş şekil almaya başladığı kısım.
"Bir ömürlük zaman diliminde insanlık, bir ırkın görüp görebileceği her türlü mutluluğu elde etmişti. Altın Çağ'ını yaşamıştı. Ancak altın aynı zamanda günbatımının, sonbaharın rengiydi ve kış fırtınalarının ilk esintilerini yalnızca Karellen'in kulakları işitiyordu."
Üçüncü kısmın adı "Son Nesil". Bu kısmı nasıl yorumlayacağımı ya da kısımdan nasıl bahsedeceğimi bilemiyorum, beklediğimden çok daha farklı bir yön aldı burada kitap. Tanıtım yazısında bile "Hiçbir ütopya toplumun bütün bireylerine sonsuza dek tatmin sağlayamaz." alıntısına yer verdiği için ben bir süre sonra insanların ütopyadan sıkılıp kendi doğalarının da bir sonucu olarak ilkel yaşam dönemindeki gibi bir vahşete geri döneceklerini, kitabın da bize "İnsanın doğası kusursuz bir ütopyaya müsaade etmez. Özellikle de bu dışardan gelen bir etken tarafından sağlanmaya çalışılırsa insanlık, gerekli bedeli ödemeden, vaktinden hızlı gelişirse elde edilen başarıların kalıcılığı sağlanamaz. Ancak biz ne olursa olsun en iyisini ummaya cesaret etmeye ve toplumu ilerletmek için elimizden geleni yapmaya mecburuz." mesajını vererek sona ereceğini varsaymıştım. Bu belki bir yardımcı fikir olabilir ama benim anladığım kadarıyla kitabın asıl iletisi değildi olaylar çok daha farklı gelişti. Ne yönde geliştiğini, ne olduğunu anlamak içinse kitabı okumanız gerekiyor.
Kitap benim en başta beklediğim gibi olsaydı da çok beğenirdim ama var olduğu haliyle çok özel bir yere sahip. Benim için gerçekten çok ufuk açıcı ve düşündürücü bir okuma oldu bu. Daha en baştan klasikleşmiş istila, faydalanma ya da yuva arama gerekçelerinden başka ve gizemli bir sebeple uzaylı bir ırkı Dünya semalarında ağırlayarak özgünlüğünün ilk sinyallerini verdi. Zaman algısını başıma yıktı, bilim kurgunun imkanlarını mümkün olan pek çok farklı şekilde kullandı. Doctor Who izleye izleye uzay seyahatinin ne anlama geldiğini bildiğini sanan bana aslında hiçbir şey bilmediğimi hatırlattı. Evrenin büyüklüğü ve bizim küçüklüğümüz, bu sonsuz evrende yalnız olmadığımız ama aslında ne kadar yalnız olduğumuz, gelecekte keşfedilebilecek bilinçli uzaylı ırklarıyla aramızdaki muhtemel ve muhteşem uçurumlar hakkında düşündürttü ve bana "Galiba insan uzaya hazır değil." dedirtti.
Anlatımını hakim bakış açısıyla oluşturan kitap tek bir ana karakter üzerinden ilerlemiyor. Okuduğum yorumların birini yazan kişi bunu kitabı sevme sebeplerinden biri olarak göstermiş ama bence bazı açıklardan dezavantajlı bir seçim olmuş. Çünkü eğer yolculuğumuza başından beri ortaklık eden ana karakterler olursa onlara alışır onlarla duygudaşlık kurarız ve böylece kitabın içine çok daha kolay gireriz, kitaptan daha çok etkileniriz. Ayrıca kitapta daha derli toplu bir düzen olur, böylesi biraz savruk olmuş. Yine de yazar bunun avantajlarından faydalanmış. Mesela ben "Ee, böyle bir karakter vardı; o olayı nasıl etkiledi şimdi?" diye düşünürken aniden o karakteri tekrardan göreceğimizi ve bunun ne kadar vurucu olacağını fark ettim.
"Çocukluğun Sonu"nu bitirdiğimde "İyi ki okumuşum!" dedim ve Arthur C. Clarke'ın neden en büyük üç bilim kurgu yazarından biri sayıldığını anladım. Herkesin beğeneceği bir kitap olduğunu düşünmesem de herkese farklı bir bakış açısı kazandıracağını düşündüğümden sizlere de tavsiye ediyorum.
Son olarak da İthaki'nin bu sade kapak tasarımını çok beğendiğimi belirtmek istiyorum. Zaten son zamanlarda çok güzel kapaklar çıkarıyorlar.
He bir de "Chilhood's End" adıyla mini dizisi çıkmış ama benim karşılaştığım bir iki yorumdan hiçbiri olumlu değildi.
"Ama içten içe biliyorlardı ki bilim bir şeyin mümkün olduğunu duyuruyorsa günün birinde elbet gerçekleşecekti..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder